SPEKÜLASYONUN BOZUCU ETKİLERİ
Spekülasyon, her şeyi bozar. En başta da, insanları…
Spekülasyon, kanserli bir doku gibidir. Yayılır. Geri dönüşü zor hasarlar yapar.
“Bozmak” derken söz ettiğim, değerlerin bozulması… “Normal” insanların sahip olmaları gereken toplumsal değerlerin; sevgi-saygı, hoşgörü, özgürlük, adalet, eşitlik, kardeşlik, yardımlaşma, paylaşım, doğruluk, çalışkanlık, misafirperverlik, şefkat ve merhamet sahibi olmak, kültürel mirasa sahip çıkmak, yurtseverlik, kamuculuk, kamu yararı…
Genel kuraldır: Bir toplumu avucunuza alıp yönetmek istiyorsanız, toplumsal değerleri bozun, değersizleştirin, ucuzlatın.
Ve bizim toplumsal değerlerimiz bozuldu. Hem de öyle-böyle değil.
Ekonominin, bürokrasinin, hukukun bozulmasından daha tehlikeli olan, toplumsal değerlerin bozulmasıdır. Değerlerde ortaya çıkan erozyon, bir kanserli hücrenin yayılması gibi, toplumsal hücrelere yayılır. Tüm topluma metastaz yapar. Geri dönülmesi zor hasarlara yol açar.
Yurtseverlik, yurt sevgisi, ülkenin her bir metrekaresinin değerini bilmeyi, korumayı; bütün değerlerimize, güzelliklerimize dört elle sarılmayı, sahip çıkmayı gerektiriyor. Oysa spekülatörün gözünde “yurtseverlik” toplumsal değeri, o kadar anlamsızdır ki… Ülkenin en önemli yerlerinin betonlaşmasının, tarım arazilerine beton enjekte etmenin, dereleri kurutmanın, ormanları yakıp-kurutup inşaatlara yer açmanın, sit alanlarını talan etmenin onun yüreğinde yaratacağı en küçük bir sızı olmaz, olamaz. Bunları yaparken yüreği sızlasa, bunu yapamaz zaten. Yurdun her bir metrekaresi satışa çıkarılabilir. Alıcının vatanının ve parasının kaynağının hiç önemi yoktur.
Spekülatör acımasızıdır. Ülkenin mekânsal bütünlüğünü bozar. Mekânın tüm dengelerini bozar. Güzellikleri bozar. Doğal güzellikler bozularak bir yapay güzellik yaratılamaz. Ama bu spekülatörün umurunda değildir. Kıyıları, koyları, dereleri, ormanları bozar, spekülatör. Acımasızca bozar.
Kamu yararı mı? Kamu yararı? Günümüzün dünyasında? Devletin arazi sahibi olması mı? Yani yatırım yapılmasın mı? Gelişme olmasın mı? Bu dille konuşur spekülatör. Kendi bencil diliyle. Varsa yoksa kendi çıkarlarını düşünür. Ülkenin, insanların sorunlarını kendine dert edinmez. “Sosyallik” kavramı, kendi spekülatör çevresiyle sınırlıdır. Spekülatörler hem rekabet ederler hem de birbirlerini kollarlar. Kendilerinin dışındakilerle, onlar kim olurlarsa olsunlar, paylaşmayı, yardımlaşmayı, eşit bölüşmeyi asla sevmezler. Spekülatörün işi-gücü, ülkenin tüm değerlerinin, kendi dar spekülatör çevresine paylaştırılmasıdır. Onun gözü çöpten yiyecek toplayanları görmez. Onun gözü tepemize düşecek gibi duran yüksek yapılardan rahatsız olmaz. Tam tersine “bir kat daha çıksaymışız” diye bakar.
Spekülatör, taş atıp kol ağrıtmadan kazanmanın peşindedir. Çalışmayı, alın terini sevmez. Alın teri dökenleri de sevmez.
Önüne engel çıkmasından, çıkarılmasından da hoşlanmaz, hazzetmez spekülatör. O nedenle hep iktidarların dizinin dibinde olmaktan, iktidardakilerin birinci çemberinin içinde yaşamaktan hoşlanır. Çünkü spekülatör yalnız başına bir şey yapamayacağını bilir. Aşırı imar izinleri almak, el değmemiş koyları betona açmak, korunması gereken tarım topraklarını betona dönüştürmek, canım ormanlarda altın madeni aramak için sırtını erke dayamak zorundadır. Bazı hukuksal kurallar kendisine ayak bağı oluyorsa, erk onu hemen değiştirmelidir çünkü. Halk tepki gösteriyorsa eğer, önüne güvenlik güçleri çıkarılabilmelidir. Yargısal denetim yollarına başvurulmuşsa, yargıç tarafından kollanmalıdır. O nedenle yeri, erktekilerin safıdır. Kuşkusuz o, erk tarafından korunmanın ve kollanmanın yükümlülüklerini yerine getirir.
Kurumsal yapıları ve yapılanmaları bozar spekülasyon. Siyaseti bozar, bürokrasiyi bozar, yargıyı bozar… Ahlaklı yaşamayı, dürüst olmayı, eşitlikçi davranmayı sevmez. Bu konularda zaafı olanları adım adım yanına alır. Elinde yetki tutanların kişiliksizleşmesi onun hedefidir. O zaman her istediğini yaptırır. Onlardan hep daha fazlasını talep eder. Onlar da verdikçe, dürüstlükleri küçülür. Kişilikleri, değirmen taşları arasındaki mısır gibi paramparça olur.
Spekülatör hem merkezi kurumlarda hem de yerel yönetimlerde cirit atar. Yerel yönetimler, belediyeler onun hep radarındadır. Kendisi her zaman ortada görünmez. Ama aracıları hep oralardadır.
Ülkemiz bir yerel yönetim seçimleri süreci yaşıyor… Aday adaylıkları açıklanıyor. Adaylık için çok ciddi mücadeleler veriliyor.
1985 öncesi için bu kadar çok aday adayı olur muydu? Belediye başkanlığı ve meclis üyeliği bu kadar cazip miydi? Hiç sanmıyorum. Bir şeyin cazibesi, size sunduğu yetkilerle de ölçülür. 1985 önceki belediyelerin “klasik” görevleri vardı; kent içi yolları yapmak, çöpleri toplamak, suları akıtmak, parkları yapmak vb.
Ama belediyelere öyle bir görev ve yetki verildi ki, bu kurumların masumiyeti bozuldu.
09.05.1985 günlü Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 3194 sayılı İmar Yasası’nın “Planların Hazırlanması ve Yürürlüğe Konulması” başlıklı 8. maddesinin 1. fıkrasının b bendinde, “…b) İmar Planları; Nâzım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırlan içinde kalan yerlerin nâzım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer.” hükmü, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na ait olan bir yetkiyi belediye meclislerine ve il genel meclislerine aktararak, yerelleştiriyordu.
İlk bakışta yerel demokrasi açısından son derece önemli bir ileri adım olarak görülen bu yetki, başka denetim mekanizmalarıyla desteklenmediği için, hiç de iyi uygulanmadı. Belediye meclislerinin niteliği konusunda hiçbir düzenleme yapılmamıştı. Özellikle belediye meclislerinin ve il genel meclislerinin imar ve planlamayla ilgili kararlarını, idari yargı denetiminden önce bir ön denetime tabi kılma aşaması, aracı, kurumu düzenlenmemişti. TMMOB’ne bağlı uzmanlık odalarının yanı sıra diğer ilgili uzmanlık örgütleri, 5393 sayılı Belediye Yasası’nın “İhtisas Komisyonları” başlıklı 24. maddesinin 5. fıkrasındaki, “Mahalle muhtarları ve ildeki kamu kuruluşlarının amirleri ile ildeki kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, üniversiteler, sendikalar ve gündemdeki konularla ilgili sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, oy hakkı olmaksızın kendi görev ve faaliyet alanlarına giren konuların görüşüldüğü ihtisas komisyonu toplantılarına katılabilir ve görüş bildirebilir.” biçimindeki denetleme aracını değerlendirmemişlerdi.
Oluşan boşlukta, belediye meclislerinin ve il genel meclislerinin çalışması ve karar alma süreçleri, ülkemizdeki çarpık siyasi yapılanmanın, siyasi partilerin bozuk üye yapılanmasının, genel başkan ve çevresi ilişkilerinin dengelerine terk edilerek belirlenmiş meclis üyelerinin niyetlerine bırakılınca, mekânlarımızda çok önemli hasarlara neden olunmuştur. Mevzi planlar gibi ucube araçlarla, kalkıp-inen eller sonucu güzelim doğamızın içinde noktasal betonlaşmaların önü açılmış; parsel ölçeğinde plan değişiklikleri (tadilatları) gibi mekanizmalarla, kent planlamanın ve kentleşmenin bütünlüğü bozulmuştur. Parsel ölçeğinde plan değişiklikleri, imar komisyonlarının, meclis üyeliklerinin, belediye başkanlıklarının oluşumunun amaç fonksiyonuna dönüşmüştür. Özellikle de, ülkemizin tatil, doğa, turizm, kültür merkezlerinin bağlı olduğu belde belediyelerinde denetimsizlik daha ileri noktalarda ortaya çıkmıştır. Büyükşehir modelinde, ilçe belediyelerinin imar ve planlama yetkileri hiç olmazsa büyükşehir belediye meclisinin denetiminde iken, belde belediyeleri böylesi bir denetimden de ayrı tutulmuşlardır.
Gerek plan değişiklikleri konusunda gerekse parsel ölçeğinde imar hakları konusunda Çevre, Şehircilik ve iklim Değişikliği Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Özelleştirme Yüksek Kurulu gibi merkezi kurumların belediyeleri, neredeyse masumlaştıracak kararlar verdiklerini de biliyoruz.
Bu yazıda belediyeleri daha fazla ele aldığım için, onları spekülasyonun dışında tuttuğum sanılmasın
Belediye ve il genel meclis üyeliği, hiç olmadığı kadar cazip duruma gelmiştir. Özellikle rantın yüksek olduğu belediyeler bazında yüzlerce kişi belediye meclis üyesi olmak için aday olmuştur. Spekülatörler de, bu süreçlerde aracı rolleriyle belirleyici olmuşlardır. Seçilen meclis üyeleri, bu kez imar komisyonuna girme yarışlarına girmişlerdir. Pazarlıklar, rotasyonla görevlendirme planlamaları almış başını gitmiştir. Anımsarım İstanbul büyükşehir belediye meclisinde bazı komisyonlara üye bulunamazken, imar komisyonuna 100-150 üyenin aday olduğu dönemler yaşanmıştır. Tanrım, nasıl bir görev aşkı! Bazı yerlerde anlaşmalı rotasyonla her meclis üyesine bu komisyonların üyeliği açılmıştır. Bugün de belediyelerin en cazip komisyonu, çevre, sağlık, hukuk, bütçe vb. komisyonlar değildir. Hatta buralara kimse gönüllü aday bile olmamaktadır. Her meclis üyesinin gözü imar komisyonundadır. Nazım imar planının “N”sini, uygulama imar planının “U”sunu bırakın bilmeyi, duymamış meclis üyelerinin…
İmar Yasası’ndaki bu denetimsiz değişiklik, siyaset kurumunu bozmuştur. Yerel yönetimleri sermaye oluşturmanın ve sermaye aktarımlarının, haksız kazançların, rant manipülasyonlarının odağı durumuna getirmiştir. Siyaset kurumunun bozulması, bürokrasinin bozulmasıyla paralel olarak gerçekleşmiştir. Belediyenin bürokratik yapılanması da “plan yapma, plan değiştirme, emsal dağıtma” süreçlerini hızlandıracak biçimde gerçekleşmiştir. “İşi kalemine uyduranların” sayısı çoğalmaya başlamıştır. Aynı maaşı alanların yaşamları arasındaki uçurum derinleşmiş, makas açılmıştır. Değişen yaşam biçimlerini sürdürme zorunluluğu, spekülatörlere ve spekülasyona bağımlılığı artırmıştır, kalıcılaştırmıştır. Kayıt dışı ekonomi, kurumların çatısı altında yerleşik mekanizmalara dönüşmüştür.
Bunlar kırk yıla dayanan gözlemlerden süzgeçlediklerimdir. Kurgulanmış ya da kestirilmiş şeyler değildir. Gerçektirler…
Kuşkusuz tüm belediyeleri ve belediye çalışanlarının tümünü bu kategoriye sokmuyorum. Ama sokmadıklarımın sayısının pek fazla olmadığını da biliyorum.
Bu süreç, belediye bürokrasisinde dürüst kalanların “enayiye” dönüştüğü bir süreçtir. Ahlaklı kalanların sayısının azaldığı bir süreç… Namuslu kalanların yadırgandığı…
Öyle ki, yerel yönetimlerin “yerel” niteliği göz ardı edilerek, o yerelle ilgisi olmayan kişiler, o yerelin dışından kişiler, paraşütle rantın yüksek olduğu yerlerde belediye başkanı, meclis üyesi yapılmaya başlanmıştır. Ve siyasetin yarıçapı hep küçülmüştür. Belediye başkanlıkları ve meclis üyelikleri aynı kişiler arasında gelir-gider olmuştur. Siyaset kurumu yeni dinamikleri, yenilenme beklentilerini hep çemberin dışında tutarak ilerlemiştir. Bu süreçlerin sonunda da yozlaşmıştır. Ülke gerçeklerinden, yerelin sorunlarından, halktan, seçmenden, kopmuştur. Giderek hem merkezlerde hem de yerellerde oligarşiler oluşmaya başladı.
Bu bozulma, değerler bozulması biçiminde gelişmiştir ve yerleşiklik kazanmıştır.
Bencillik almış başını gitmiştir. “Her koyun kendi bacağından asılır” yaklaşımı yerleşmiştir. Sırasını bekleyenler oluşmaya başlamıştır. Ahlaksızlık kuyruğu uzadıkça uzamıştır.
Kurumun dışından bakanlarda ise, bu kurumlara olan güven sarsılmıştır. Kendisine en yakın yönetim birimleri olan belediyeler, hemşerilerinin gözünde rant dağıtan yerlere dönüşmüştür.
Şimdi o kadar kolay söyleniyor ki bu sözcük; “kentsel değil, rantsal dönüşüm” örneğin… Belki de spekülasyonun en çok somutlandığı vurgu olarak karşımıza çıkıyor.
Spekülasyonun ağına düşenler, var olan egemen düzenin bir parçasına dönüşüyorlar. Ve düzenin değişmesi talepleri, önerileri, mücadeleleri onları ilgilendirmemeye başlıyor. Sayılar arttıkça, kulaklar değişim taleplerine kapanınca, toplum sessizleşiyor. Hareketsizleşiyor.
Spekülasyon, yani üretmeden kazanmak, yani ter dökmeden zenginleşmek, yani, kendi bencil çıkarlarını her şeyin önüne koymak, var olanları tüketiyor. Olanların üzerine bir şey koymuyor. Hazırı tüketiyor. Hem de geri dönüşsüz…
Ülkenin doğal zenginliklerini tüketiyor. Ülkenin çölleşmesini hızlandırıyor.
Daha tehlikelisi, insan kaynaklarını çölleştiriyor. İnsanları, toplumsal mücadelelerin öznesi olmaktan uzaklaştırıyor. Bencilleştiriyor. Duyarsızlaştırıyor.
Duyarsızlık, ilgi göstermeme, burun kıvırma, başını çevirme, erktekilerin en çok sevdiği davranış biçimleridir. İnsanları bu noktaya getirmek bir süreç işi. Ama o noktaya gelindiyse, spekülatör için ejder meyvesi yemek gibi bir şey bu.
Ciddiye almak gerekiyor spekülasyonu. Bir hastalığın sağaltılması gibi, sağaltma yöntemleri geliştirmek gerekiyor. Toplum nasıl bir günde spekülasyon hastalığına tutulmadıysa, bir günde de sağaltılamaz. Bunun stratejisini yapmak gerekiyor. Önlemlerini almak gerekiyor.
Tersi durumda işimiz zor. Yeni yüzyılda, yeni bir ülke yaratma hedefinin içinde, toplumu spekülasyon bağımlılığından, spekülasyon hastalığından kurtarmak da mutlaka olmalı.
Daha paylaşımcı, ülkesinin değerlerini seven, daha da ötesi onları koruyan ve kollayan bir toplum yaratmak istiyorsak, spekülasyon belasını sınırlandırmayı mutlaka hedeflemek zorundayız.
Bozulan toplumsal değerlerimizde, fabrika ayarlarına dönmek zorundayız.
Etik kodları, yaşamımızın içinde canlandırmak zorundayız.
Etik!
Orhan BURSALI 10 Haziran 1999 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Perşembe köşesinde “Toplumsal Vicdan/Toplumsal Etik” başlığıyla yazdığı yazıda şöyle diyor: “Dünyamızda günümüzün en önemli sorunu nedir sizce?” Açık Radyo’da dün sabah Amerikalı düşünür, bilim insanı Aristide ZOLBERG ile yapılan ilginç söyleşiyi dinliyorum; bu soruya verilecek yanıtı merakla beklerken, “Etik” dedi Zolberg, “Etik her dönemde başta gelmiştir.” Yani, toplumsal ahlak, dünyanın en önemli sorunu!..
O, Aristide ZOLBERG, “Etik,” dedi…
Biz de, “Etik,” demeliyiz…
Çünkü toplumun her alanındaki ahlaksal çürümeyi gideremezsek, toplumu hastalıklarından sağaltamayız.
Çünkü, etik kodları içimize sokamazsak, mesleklerimizi iyi yapamayız…
Bu konularda başarılı olursak, toplumsal değerlerimizi kurtarabiliriz…
Toplumsal değerlerimizi kurtarmalıyız.
Çünkü toplumsal değerlerimizi kurtarmak, çağdaş bir zeminde ilerlemenin, uygarlaşmanın önkoşuludur.
Bu güzelim ülkenin bunca darbeden kurtarılmasının ilk adımlarından biri, spekülasyonun bozucu etkilerini sürdüren sürece “Dur!” demek ve toplumun yakalandığı spekülasyon hastalığını sağaltmak olmalıdır.
Yayınlanma Tarihi: 15.01.2024