Oktay Ekinci Bir Simgedir ve Simgeler Ölmez…
Oktay Ekinci, (d. 1952, Balıkesir - ö. 15 Ekim 2013 İstanbul)
Nazım, bir şiirinde, “Yirminci yüzyılda en fazla bir yıl sürer ölüm acısı…” diye yazar… Usta, yine de iyimserdir… Çünkü bazı ölüm acıları sönümlenir gider çabucak… Ama bazıları, bazı yüreklerden hiç kalkmaz… Kalır… Yerleşir… Nadir Göktürk’ün dizelerinde olduğu gibi, “Her gün biraz daha kısa, her ölüm erkendir”; ama bazılarını kabullenmek çok daha zordur… “Erken” anlatamaz o zoru…
Simgeler azalıyor bazı ölümlerle… Kavgayı, umudu, direnmeyi, ayakta kalmayı çağrıştıran simgeler… “Kurtuluş”, dersin; “Atatürk” gelir usumuza… “Aşk”, dersin, “kavga”, dersin; “özlem”, dersin… “Nazım” gelir akla… “Aydın”, dersin, “Aziz Nesin” çıkar belleğimizden… “Korkusuzca gazetecilik yapmak”, dersin; “Uğur Mumcu” anımsanır hemen…
“Kent”, dersin; “uygarlıkların izi”, dersin; “kamusal alanlar ve toplumsal varlıklar”, dersin, “kültür varlıklarının korunması”, dersin… “Oktay”, paydaşı olurdu arayışlarımızın… Yine olmalı… Yine çıkıp gelmeli karşımıza… Yine gelecek… Hep denir ya, “O, artık değerleriyle yaşayacak…” Yaşamalı… Yaşatmalı O’nu… O, bir simgedir bu konularda çünkü... Unutmamamızı sağlayacak… Sapmamamızı sağlayacak… Tutarlı olmamızı sağlayacak… Bencilleşmemizi önleyecek… O varken, bir fazlaydık… O, aramızdan ayrılınca, bir eksik olmamalıyız… Bir artı, yanımızda, düşüncelerimizde, yazılarımızda olmalı…
Kendisiyle KENT-KOOP’un 30 Ekim-3 Kasım 1991 tarihleri arasında Sarıgerme’de düzenlediği, yıllık periyodik etkinliklerden olan Kent Kooperatifçiliği Semineri’nde tanıştım… Sonrasında Prof. Dr. Ruşen KELEŞ öğretmenin başkanlığını yaptığı KONUTBİRLİK Danışma Kurulu’nda, Prof. Dr. Cevat GERAY öğretmenimizle de birlikte, Oktay EKİNCİ ile uzun süre birlikte çalıştık. Kooperatifin Başkanı Oğuz SOYDAN, Danışma Kurulu’na ciddi önem ve destek veriyor, Sönmez TARGAN da eşgüdümlüyordu… Bu birlikteliklerin arkasından Oktay EKİNCİ ile çok sayıda toplantıda birlikte olduk… Çok sayıda toplantıda da dinleyeni oldum… İyi bir öğretmendi… İyi bir besin kaynağıydı… Söyledikleriyle, yazdıklarıyla… Biriktirdiklerinin tümünü bizlerle paylaşamadan aramızdan ayrıldı… Biriktirdikleri… O tüketen değil, üreten bir beyindi… O, kendini yineleyen değil, yeniyi ve değişimi üreten bir uzmandı… O, bir birikim ustasıydı… Biriktirdiklerini sentezleyen usta bir beyin ve düşünürdü…
Ölüm haberini, 15 Ekim 2013 günü, Cumhuriyet’in elektronik gazetesinde öğrendiğimde, geçmişe dönmüştüm hızlıca… Ama O, söyledikleriyle, yazdıklarıyla ve yaptıklarıyla çıktı karşıma… Yazılı kültürün iyi temsilcilerindendi… Önce yaşadığım derin hüzün ve üzüntü, savundukları üzerine bir sorgulamaya götürmüştü beni, bugün de götürüyor… Aslına bakılırsa, hani sokakta, toplumun doğal yurttaşlarından biriydi… Onun, o doğallıkla yaşadığını düşündüm… O doğallıkla davrandığını, o doğallıkla ilişki kurduğunu… Ama eline kalemi aldığında, yazarken, konuşurken başka bir Oktay çıkardı karşınıza…
1888–1979 yılları arasında yaşamış bir Fransız iktisatçı ve maliyeci olan Jean Monnet’nin, “siyasette bir şeyler olmak isteyenlerle, bir şeyler yapmak isteyenler vardır. Ancak siyasette bir şeyler olmak isteyenlerin bir şeyler yapacaklarına ilişkin hiçbir güvence yoktur,” yaklaşımındaki yapmama üzerine kurulu bir “olma” hırsının kırıntısını göremezsiniz onda… Toplumsal mücadelenin hangi arenası olursa olsun, “kendisi için bir şey istemeyenler sınıfı”nın temsilcilerindendi… O’nun derdi “yapmak”tı çünkü… Yapmaya yönelik bitmez tükenmez mücadelesi, yaşamı değiştirme, toplumu uyarma, doğruya kanalize ederek değiştirme uğraşları geliyor usuma…
O bir simgeydi gerçekten… “Buluşmak, birleşmek” anlamını taşıyan, giderek felsefe ve mitoloji yazınına giren, sembol olarak da nitelenen simge sözcüğü, “birleştirici öğe” diye kavramlaştırılır. O, bu anlamda, kentlerin, kıyıların, ormanların, kültür varlıklarımızın bitmez tükenmez çıkar hesaplarının arenası yapılmasına karşı mücadelesiyle simgeleşti… Sağlığını ikinci plana itti… Doğru muydu? Değildi… Kendisini unutarak yaptı yapacaklarını… Doğru muydu? Değildi… Ama böyle simgeleşti… Çalışarak, öğrenerek, biriktirerek, paylaşarak… Onda bir “zamanı kaçırmama” telaşı vardı… “Yarına bırakmama” telaşı… “Yarına kalırsa, geç olur” telaşı… Kentlerimizin, tarih ve doğa varlıklarımızın, kıyılarımızın, ormanlarımızın daha fazla hasar görmelerini, geri dönülemez biçimde tahrip edilmelerini olabildiğince önleme duyarlılığıyla çabalıyordu… Her şeyin metalaştırıldığı bir toplumsal süreçte, metalaştırılamayacak değerler olduğunu hep güncel tuttu… Değerleri ayakta tutmak… Kolay mı bu? Ama O, zoru başaran, o değerlerle ayakta kalan birisi olduğu için simgeleşti…
Söylemeye bile değmez… Ama söylenmeli… Televizyon programında Şafak PAVEY’in adını söylemek için, o an geçirmekte olduğu rahatsızlık nedeniyle tüm fiziksel ve ruhsal koşullarını zorlamasını sosyal medya üzerinden sömürenler… “Sarhoş muydu?” diyenler… Alkol karşıtlıklarının sığlığında boğulanlar… Evet, O yaşamı boyunca sarhoş yaşadı… Bilemezsiniz, anlayamazsınız bunu… O bu topraklara olan sevgisinin sarhoşluğuyla; bu coğrafyanın zenginliklerinin talan edilmemesi mücadelesinin sarhoşluğuyla; bu topluma ait kamusal mekanların korunmasına karşı direnmenin sarhoşluğuyla yaşadı… Bu sarhoşlukla da aramızdan ayrıldı… Anlayamazsınız bunu…
O, bir simgeydi… Toplum yararının simgesiydi… İlk kez 1961 Anayasası’nın 36. maddesiyle, kamu yararının yanı sıra kavramlaştırılan toplum yararı konusunda, Anayasanın 36. maddesinin gerekçesinde, “bu kavramın toplumda terbiyetkar etki yaratmasından,” söz edilir… Oktay EKİNCİ de bu “eğitici etki”yi yaratma mücadelesi verdi… Rant tutkunlarına, üretmeden birikim sağlayanlara, kamusal alanlar üzerinden zenginlik hesapları yapanlara, plan değişiklikleriyle bir gecede köşeyi dönenlere, üretmeyenlere, doymayanlara karşı bu kavramı savundu… Heyecanla, ilk öğrendiği günün coşkusuyla yaptı bunu…
TMMOB’nin meslek mücadelesinin önemli isimlerindendir Oktay EKİNCİ… Eli hep taşın altında olan, bazen yönetici, bazen sıra neferi, ama hep süreçlerin içinde olan bir yönlendiricidir… Kente ve mekanlara rant tutkunluğuyla yapılan müdahalelerin karşısında bir hukuk savaşçısıdır… Açılan davaların hemen hepsi kazanılır… Payı vardır bu karşı duruşlarda… Bu nedenle TMMOB’nin simge isimlerindir O…
Bu güzelim ülkeyi adım adım gezdi… Her zaman her yerde karşılaşabilirdiniz O’nunla… Her toplantıya koşan, demokratik kitle örgütlerinin, meslek odalarının, toplumcu festivallerin, düzenli etkinliklerin çağrılarına “Hayır”ı olmayan bir sorumluluğun taşıyıcısıydı… Çağrılar karşısında sorun yalnızca takvim sorunuydu… Tüm Anadolu coğrafyasında doğruları, dik durmayı anlattı sabırla… Nereden buldun bu kadar enerjiyi? Buldu… Ülke sevgisinde… Yurtseverliğin de simgelerinden biridir O…
Aradan geçen sekiz yıl içinde olanlar, O’nun haklılığını ortaya koyuyor… Onun eksikliğinin ne demek olduğunu da…
Yazdıkları, yaptıkları, mücadelesi yolumuzu, önümüzü aydınlatsın… Ölümünün 8. Yılında, anısı önünde hüzünle ve üzüntüyle, ama sevgiyle ve saygıyla bir kez daha eğiliyorum…
Yayınlanma Tarihi: 15.10.2021