Kentin Demokratikleşmesi Demokrasinin Kökleşmesinin Önkoşuludur
KENTİN DEMOKRATİKLEŞMESİ DEMOKRASİNİN KÖKLEŞMESİNİN ÖN KOŞULUDUR
Prof. Dr. Erol KÖKTÜRK
Kuşkusuz bir bütün olarak demokrasimizin yeniden yapılandırılmaya gereksinmesi vardır… Yamayarak, deliklerini kapatarak bunun gerçekleşmesi olanaklı değildir… Paketlere indirgenmiş demokrasi düzenlemeleriyle, “ileri” demokrasi yapılanmasının sağlanamadığını yaşadığımız pratik bize göstermiştir. Daha sağlam bir demokrasi modelinin gerçekleşmesi, sarsılması daha zor bir yapının kurulması, olguyu bütünü içinde görmeye bağlıdır… Görmenin yanı sıra, inanmaya, onu bir araç olarak değil, amaç olarak görmeye bağlıdır.
17 ve 25 Aralıktan bu yana yaşadığımız sürecin ana konusu da demokrasidir… Bir yandan ayyuka çıkmış yolsuzluk sürecinin 20 Ocak günün TBMM’de yapılan oylamayla “yüce divan yolunu kapama” çabasına dönüştürülmesi; öte yandan yürütmede, yargıda ve hukukta yeni manevralara girişilerek gerçeklerin kamuoyunun bilgisinden kaçırılmaya çalışılması; dikkatleri başka alanlara çekme çabaları ortaya çıkmaktadır. Bunların hepsi, siyasi manevralardır ve demokratik olamamanın sonuçlarıdır. Bu sürecin en önemli anahtar sözcüklerinden biri, zamanın Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan BAYRAKTAR’ın Bakanlık’tan ayrılırken söyledikleridir: “Soruşturma dosyasında var olan ve onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan'ın talimatıyla yapıldı. Başbakan’ın istifa etmesi gerekir.” Bu önemli itiraf da unutulmuş gitmiştir. Hatta denebilir ki, hiç konuşulamadan soğutulmuştur, üstü örtülmeye çalışılmıştır.
Bizim ülkemizde yerel ölçekte, kent ölçeğinde demokrasi konusunda önemli bir adım, 03.05.1985 tarihinde kabul edilen İmar Yasası’nda, “…belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer,” düzenlemesiyle atılmıştır… O zamanlar İmar ve İskan Bakanlığı’na ait olan bu yetki, denetimsiz biçimde belediye meclislerine devredilmiş oldu… Bunun bir yansıması da, belediye meclis üyeliklerine o zamandan bu yana daha fazla (hatta aşırı) ilgi gösterilmesidir. Hatta bu denetimsiz demokratik yetki, siyasetin yozlaşmasında da etkili olmuştur.
Fakat özellikle AKP erki döneminde bu yetkilerde farklı düzlemde bir merkezileşmeye tanık olunmuştur. Bu merkezileşme önce TOKİ düzleminde başlatılmıştır. Bir yandan kent planlamaya ve uygulamaya yönelik her türden yetki, sayın Erdoğan BAKRAKTAR’ın başkanı olduğu dönemde TOKİ’de toplanmaya çalışılırken, öte yandan da faaliyetler denetim dışına çıkartılmaya çalışılmıştır. Toplu Konut Yasası’nda, “Bu Kanunla yapılması öngörülen işlerde 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu, 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu ve 832 sayılı Sayıştay Kanunu hükümleri uygulanmaz,” denilerek, Bütçe Yasası tartışmalarında da çok dile getiren bir konu yıllarca önce düzenlenmiştir. TOKİ ülkemizin ekonomik yönden ve faaliyet yönleriyle en azman kuruluşlarından birisine dönüşürken, eleştiri kabul etmeyen yapısıyla anti-demokratik kurum modelinin tipik örneğini oluşturmuştur. “Toplu konut yapma” temel görevinden uzaklaşarak, her tür konuta yönelen yapısıyla, sosyal konut politikalarını da sulandırmıştır. Sayın BAYRAKTAR’ın Bakan olmasıyla birlikte de yetki merkezileşmesinin odağı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na kaymıştır. 29.06.2011 tarihli 644 sayılı KHK (o zamandan bu yana 7 kez değiştirilmiştir), Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yapılanmasını düzenlemektedir. Kararnamenin 2. maddesinin “ğ” maddesinde yapılan düzenlemeyle, TOKİ’de yoğunlaştırılan bütün yetkiler Bakanlığa çekilmiştir. Bu Kararnamenin 2. maddesinin “ç, d, e, f, g, ğ, h ve ı” fıkralarına bakıldığında “her tür ve ölçekte plan yapma ve yaptırma”, “dönüşüm projelerini ve uygulamalarını yapma veya yaptırma” görevlerinin Bakanlığa verildiği görülmektedir.
Bu merkezileşme sürecinde yapılan en son değişiklik, İmar Yasası’nın 8. maddesinde 12.07.2013 tarihinde gerçekleşmiştir. Bu değişiklikle, “Bakanlıkça belirlenen tanımlar ve esaslara göre hazırlanıp onaylanan”, “Bakanlar Kurulunca belirlenen usul ve esaslara uygun şekilde”, “Kentsel asgari standartlar, Bakanlıkça belirlenen esaslar doğrultusunda”, “Bakanlık, … yetkilidir”, kalıplarının fıkralara serpiştirildiği görülmektedir. Yani dünya yerel yönetim uygulamaları konusunda yerelleşirken, ülkemiz merkezileşmiştir.
Özelleştirme Yasası ile Başbakan’ın Başkanlığındaki Özelleştirme Yüksek Kurulu’na, Boğaziçi Yasası ile öngörünüm bölgesinde, Başbakanın başkanlığında Boğaziçi Yüksek Koordinasyon Kurulu’na verilen plan yapma ve değiştirme yetkilerini de ayrıca belirtmek gerekir. Bakanlar Kuruluna ve bazı Bakanlıklara verilen yetkilerle bu merkezileşme güçlendirilmiştir. Zaman içinde çok sayıda yasal ve yönetmeliksel düzenleme ile bu merkezileşme sürdürülmüş, pekiştirilmiştir. Öyle ki 3. Köprü’yü ÇED kapsamı dışına çıkarma düşüncesiyle Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği’nin Geçici 2. Maddesi değiştirilmiş, bazı projeler ÇED kapsamı dışına çıkarılmıştır. Bu düzenlemeler sonucunda, İstanbul’un akciğerlerinde, Kuzey Ormanları’nda göz göre göre 2.5 milyon ağaç kesilmiştir.
Bugün sorulması gereken basit doru aslında şudur: Dünyanın hangi gelişmiş ülkesinde başbakanlar imar planı değişikliklerine bu kadar ilgi gösterirler, bu süreci doğrudan kendileri yönetirler? Acaba Almanya Başbakanı Angela MERKEL, kendi arsaları üzerindeki plan süreçlerine bile müdahale edebilmekte midir?
Bir yandan merkezileşme, bir yandan denetimsizlik, bir yandan katılımsızlık, mekanlarımıza saldırının kalkanları olmuşlardır. Şimdi yolsuzluk dosyalarındaki alanlar, taşınmazlar, projeler bir bir ortaya çıktığında görülmektedir ki, gerçek vurgun kentlerimiz, topraklarımız üzerinden yapılmaktadır. Planlama yetkilerinin merkezileştirilmesinin sonuçları ayan beyan ortaya çıkmaktadır. Gözden kaçırılarak peşkeş çekilen alanların çoğu, topluma ait alanlardır.
Bu nedenle demokrasinin de yerel boyutunun güçlendirilmesi gerekir. 2008 yılında güncellenen ve “Yeni Bir Kentlilik İçin Manifesto” olarak yayınlanan “Avrupa Kentsel Şartı - 2”nin özü demokrasi ve katılımdır. Bu önemli belgedeki, demokrasi ve yerellik konusunda, “Çok politikacı için ulusal demokrasi okulu işlevi gören yerel demokrasi”, “ulusal ve yerel ölçeklerde, güçler arasındaki ilişkileri gerektiği şekilde düzenleyen yerinden yönetim ilkesine bağlılık”, “dengeli bir bölgesel, ulusal ve Avrupa çapında mekânsal planlama kapsamında sergilenecek bu dayanışmanın güvencesi olması,” ifadelerini belirtmekle yetinelim. Bu nedenle mekansal kararlara katılım, demokrasimizin önemli bir boyutudur, olmalıdır. Bu boyutun doğru yapılandırılması, mekan üzerinden sermaye birikimi yapma, mekan üzerinden ekonomik bunalımı aşma, vurgun yapma düşüncelerinin, topraklarımız üzerinden ölçüsüz zenginleşme düşüncelerinin dizginlenmesini sağlayacaktır. Kentlerimizin ve kentleşmemizin demokratikleştirilmesi, toplumsal demokrasimizin önemli bir alanıdır…
Demokrasiye bir mekansal boyut katmak, onun yerelden ulusala doğru yeniden kurumsallaştırmak, kentleri demokratikleştirmek, kent hakkını kullanma önündeki baskıları ortadan kaldırmak, demokratik bir ülke olmanın ön koşullarıdır.
Yayınlanma Tarihi: 21.01.2015