Seçimlik
Üyelik Girişi

Dusunceyi Acıklama Korkusu

DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA KORKUSU

 

Ya yitirirsem? Ya bunca yıllık emeğim boşuna giderse? Bu fırsatı ben bir daha ne zaman elde ederim? Ya yanlış anlaşılırsam? Tepki alırsam? Ya işime son verilirse? Ya işe almazlarsa? Ya bana takarsa? Ya canıma kastederse?

Daha başka, birçok soru sorulabilir…

Bir ya da birden çok düşünceniz vardır… Üzerinde yoğunlaştığınız, olgunlaştırdığınız... Kendinizce doğru olduğu kanısını pekiştirdiğiniz... Düşünceyi kafada taşıyıp tutmaktansa, onu paylaşıma, tartışmaya açmak gerekir… Onu açıklama özgürlüğünü kullanmak ve en azından en yakın çevrenizden başlayarak, doğruluğunu sınamak istersiniz.

Çünkü düşünce, kravata, saça benzemez… Kravatınızı, saçınızı aynada düzeltirsiniz… Oysa aynalar, düşüncelerinizi yansıtmaz… En yakınınızdaki insan düşüncenizin aynası olabilir… Eğer onu açıklarsanız…

Ama açıklamaya, sıraladığım soru çengellerinden bazıları engel olabilir buna…

Korkmak ile düşünmek sözcüklerini en iyi yine usta yan yana getirmiştir: Ne ölümden korkmak ayıp ne de düşünmek ölümü

Ama ölümden korkmak da onu düşünmek de yaygındır… Çevremize baktığımızda bunu çokça görürüz… Ustanın vurgusu bu nedenle başka bir nesnel önemi ortaya koyuyor, sanatsal düzlemde…

Aslında insanın en ayırıcı özelliğidir düşünmek… Onun olmadığı bir özellikle, varlığı nasıl insan yapardı?

Ama bu eylemin hakkını vermek kolay değildir… Hele bizim gibi felsefe geleneği sınırlı olan, okullarında felsefe dersi olmayan bir ülkede…

Düşünme sürecini, doğruyu arama sürecini, sorgulama sürecini, çıkarsama sürecini öğrenemeyen, bu eylemleri nasıl gerçekleştirecektir?

Oysa doğru sanılanla, doğruluğu kabul gören arasındaki bağ çok önemlidir, düşünme eyleminde…

Kukusuz beyin fırtınası anlamında bir düşünce paylaşımından söz etmiyorum. O da düşünme eyleminin başka bir biçimi… Hayal edilenle, gerçekleşmesi zor görülenle ara kesit oluşturma denemesi… Bu da sınanmaya değer bir eylemdir… Düşlemek çok şeyin başlangıcıdır çünkü… Şöyle diyor Bernard SHAW: Yaratmanın başlangıcıdır düşgücü… Dilediğinizi düşlersiniz; düşlediğinizi amaçlarsınız; amaçladığınızı yaratırsınız…

Benim tartışmak istediğim, çok az bilinen değil, bilindiği kabul gören bir konudaki düşünceler… Az çok bilgisine sahip olunan bir konudaki düşünme eylemi… Bu konudaki sıkıntıları aşsak, zaten beyin fırtınası gibi diğer düşünme eylemlerine de yöneliriz…

Ama beynimizdekini masaya koymak, ya da ortama sunmak her zaman kolay bir eşik değildir…

Öte yandan düşünce özgürlüğü, anayasalarda yazıldığı gibi değildir. Ya da söylendiği gibi hiç değildir.

Çok toplantıda tanık olmuşumdur, soru-yanıt bölümlerinde, yanımda oturanın, “benim de aklımdan bu geçiyordu, ama…” fısıldamalarına…

Yanlış yapma, yanlış anlaşılma, abuklukla nitelenme kaygıları… Oysa hatalar ve yanlışlar da doğru düşünmenin besinlerini taşıyabilirler… Yeter ki onlardan dersler çıkarılsa…

Yani beyin düşünür düşünmesine de, ne düşündüğünü dillendirme başka bir süreçtir…

Oysa bir fikre sahip olma özgürlüğü ile o fikri açıklama özgürlüğü bir elmanın yarısı gibi olsa da, elma hep yarım kalır. Ya da çoğunlukla…

Kanımca bu süreci yöneten, ya da gölgeleyen en temel duygu “korku”dur… Başta da belirttiğim gibi birçok korku sorusunun çengeli asılı kalır belleğimizde…

Korku, bireysel, kişisel ya da toplumsal olabilir… Bunların hepsini aşmanın düzenekleri de değişik olabilir…

Ama kanımca en zoru, yaratılan toplu iklimi artında yaşamak zorunda kalınmasıdır… Orada yaratılan grup ve toplum psikolojileri, korkunun kurumsallaşmasına, duvarlaşmasına, yani daha tehlikeli, aşılması daha zor bir engele dönüşmesine neden olabilir…

Kanımca en zoru ve tehlikelisi de budur… Hani deniyor ya, “Türkiye’de korku imparatorluğu yaratıldı,” diye…

Bir yazımda “Özgürlerin önündeki en büyük engel, insanın kendisidir,” diye yazmıştım… Düşünmenin önündeki en büyük engel de insanın kendisidir

Aslında düşündüğünü söyleyebilme cesareti, insan olmaklığımıza saygının da temelidir…

Özellikle topluma karşı görev duygusuyla yaşıyorsak, bu korkuyu aşmak başka bir zorunluluk olarak çıkar ortaya… Korkuyu, korkularımızı aşamazsak o sorumluluklarımızı nasıl yerine getireceğiz?

Sanırım en güncel, ama aynı zamanda en stratejik eylemimiz, özgürce düşünmek ve düşündüklerimizi özgürce dile getirmek olmalı

Ve buna o kadar çok gereksinmemiz var ki…

 

Usta bir düşünürden, Bernard SHAW*’dan düşünme üzerine sözlerle bitireyim bu yazıyı:

Siyasal özgürlüğü başıboşlukla, siyasal eşitliği birbirine benzemekle karıştıranlar, bunlar üstüne beş dakika düşünmemiş olanlardır.

Düşünülecek bir geleceğiniz yoksa, geleceği düşünmeye bol vaktiniz             olur.

Ahmakların tutumu, felsefeyi budalalık, bilimi boş inanlar, sanatı gösteriş durumuna düşürür. Ünivers               ite eğitimi de öyledir işte…

Dert edinmenin sırrı, mutlu olup olmadığını düşünmeye zaman ayırabilmektir. Dertten kurtulmanın yoluysa, bir işle uğraşmaktır; çünkü işiyle uğraşan işini düşünür. İşini düşünen kişi de ne mutludur, ne de mutsuz; her mutluluktan daha iyi olan eylem ve canlılık içindedir; yorulana dek…

Her şey üstünde düşünmeye alıştırın kendinizi; ama gerçekte olduğu gibi düşünün, söylendiği gibi değil…

Zamana karşı koymanın tek yolu vardır; o da her zaman taze ve canlı anlatımlara olanak veren genç düşünceler bulmaktır.

Beden er geç bıkkınlık verir insana. Düşünceden başka hiçbir şey güzel ve ilginç kalmaz. Çünkü düşüncedir, gerçek yaşam…

Özgür düşünür geleneğe karşı gelirken, komşularının güven duymak için tutundukları şeylere de karşı çıkmış olur…

Günümüzü yönetenler krallar değil, düşünürlerdir…

Sizi uyarıyorum, kafanızda en küçük bir yeri bir an boş bırakırsanız, her yandan düşünceler üşüşür oraya: Reklamlarla, gazetelerle, kitaplar ve kitapçıklarla, dedikodularla, siyasal söylevlerle, oyunlar ve filmlerle…


* SHAW, Bernard, Gülen Düşünceler, İyi Şeyler Yayıncılık Ltd. Şti, Şakir Eczacıbaşı 1995, 5. Basım, Nisan 1999, İstanbul, 430 s.

 

Yayın Tarihi: Mayıs 2012