İntihal ve Ahlak*
“4+4+4” adıyla bilinen ve “8+4” biçimindeki eğitim modelini ortadan kaldıran bir yasa teklifi, patırtılar-gürültüler, kavgalar arasında TBMM yolculuğunu tamamladı ve 865 kotlu Çankaya Tepesine tırmanmaya başladı. Gerçi 5 yıldır yasalar bu tepeyi kolayca tırmanıyor ve Başbakanlığın, Resmi Gazete’nin yolunu da hızlıca kat ediyorlar ya…
AKP’nin halka sunduğu seçim vaatleri arasında olmayan, Mecliste okunan hükümet programında yer almayan bu konu, bir “tasarı” olarak değil, AKP Grup Başkanvekillerinin bir teklifi olarak gündeme getirildi.
Aslında eğitim alanında aklı ön plana alan, yaşanan kesintisiz eğitim sürecini ileri götürmeyi hedefleyen, çağdaş eğilimleri ülke koşullarına uyarlamaya çalışan bir girişim olsa, neden karşı çıkılsın ki? Ama ülke bu girişimin ardındaki siyasi niyeti geç fark etti. Şimdilerde üniversite senatoları bildiriler yayınlıyorlar… Cumhurbaşkanı bunları kale alır mı? Hiç sanmam… 28 Şubat’tan rövanşı da aldıklarını söyleyerek, niyetlerindeki modelin hukuksal altyapını kurmuşlardır. Cumhurbaşkanı’nı sürecin dışında düşünme olanağı yoktur?
Ama değinmek istediğim eğitimin içeriği ve sorunları değil… Bu teklifi getiren Milli Eğitim Bakanı Ömer DİNÇER ve onun geçmişi… Kendisi Profesör Doktor… Ama intihalle suçlanmış, öğretim üyeliği görevinden el çektirilmiş bir kişi… Yani tartışmalı…
Bu suçlamalarla karşılaşmış, tartışılmış, tartışılan bir kişinin Milli Eğitimin başına getirilebiliyor, orada oturuyor ve böylesi köklü bir değişimin parlamentodan geçmesine öncülük yapabiliyor olması… Benim üzerinde duracağım nokta bu…
İşin ilginci, bu tartışmaların başladığı Başbakanlık Müsteşarlığı döneminden bu yana, sayın DİNÇER’in grafiğinin hep yükselmesi… Yani kendisi sahiplenilen, korunan, kollanan bir kişi…
*****
Oysa dünya örneklerine bakıldığında süreçler hiç de böyle çalışmıyor…En son örnekten yola çıkarsam, Macaristan Cumhurbaşkanı istifa etti… 2 Nisan 2012 tarihli gazetelerin neredeyse hepsinde yer aldı bu haber… Macaristan Cumhurbaşkanı Pal SCHMITT, tezinde intihal yaptığı gerekçesiyle doktora unvanının alınmasının ardından istifa etti. Schmitt'in 1992'de aldığı doktora unvanı, tezinde intihal yaptığı gerekçesiyle Semmelweis Üniversitesi'nce istifasından bir hafta önce elinden alınmıştı. Parlamentoda yapılan oylamada Schmitt'in istifa istemi 5'e karşı 338 oyla kabul edilirken, 6 milletvekili çekimser kaldı.
Bir hafta içinde her şey sonuçlanmış… Unutturma, koltuğuna tutunmaya çalışma, ısrar etme yok…
Diğer bir örnek Almanya Savunma Bakanı… Almanya Savunma Bakanı Karl Theodor zu GUTTENBERG, 1 Mart 2011 tarihinde görevinden istifa etti… Neden mi? Yine intihal… Almanya Savunma Bakanı Karl Theodor zu GUTTENBERG, 2006 yılında yazdığı ve 2007'de en iyi derece ile kazandığı doktora tezinde başka yazarlara ait paragraflar kullandığının ve bu paragraflara kaynak göstermeyerek bilimsel çalışma kurallarını ihlal etmesinin ortaya çıkmasıyla, Almanya'nın Bayreuth Üniversitesi, 23 Şubat 2011 çarşamba günü Federal Savunma Bakanı Karl Theodor zu GUTTENBERG'in akademik unvanını geri aldı. Konuyla ilgili açıklama yapan üniversite rektörü Rüdiger BORMANN, Hukuk ve Ekonomi Fakültesi'nin doktora komisyonunun, zu Guttenberg'in bilimsel çalışma kurallarını büyük ölçüde ihlal ettiği sonucuna ulaştığını bildirdi. Bormann, ''Bunu kendisi de zaten kabul etti,'' dedi.
Bakan bu gelişmeler üzerine gelen istifa çağrılarına boyun eğmek zorunda kaldı. Çok değil, 1 hafta sonra istifa geldi…
Bu olaydan birkaç ay sonra, 12.05.2011 tarihinde bir diğer istifa gerçekleşti. Eski savunma bakanının ardından Hür Demokrat Partili politikacı Silvana KOCH-MEHRIN de doktora tezinde intihal yaptığı suçlamasıyla karşılaşınca, partideki tüm görevlerinden istifa ettiğini açıkladı. Koch-Mehrin, Avrupa Parlamentosu üyeliği görevini ise sürdüreceğini ifade ederek, kamuoyunda kendisi hakkında sürdürülen tartışmaların ailesine zarar vermemesi ve FDP'ye yeni bir başlangıç imkanı sunabilmek amacıyla böyle bir karar aldığını kaydetti.
*****
İntihal… Türk Dil Kurumu’na göre, “Aşırma… Bir kişinin eserinde başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanması... İntihal, bir tür sahtekârlık ve hırsızlıktır…”
Bilgi hırsızlığı yapıldığı saptandığında ne yapılmalı? Birileri işi etik düzlemde değerlendirerek, gereğini yapıyor… Yani istifa ediyor…
Biz de ise?
*****
Çok yakın tarihimizde iki yetkili kişi intihalle suçlandı: Prof. Dr. Ömer DİNÇER, Milli Eğitim Bakanlığı’nın başında… Öbürü kamuoyunun kendisine “Cin Ali” dediği, Prof. Dr. Ali DEMİR, ÖSYM’nin başında… Birisine ilk ve orta öğretim gençliği emanet edilmiş, öbürüne yüksek öğrenim gençliği…
Cüneyt ÜLSEVER, 28.03.2005 tarihinde Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde yazıyor: Başbakanlık müsteşarı istifa etmek zorundadır… Ama O, istifa etme yerine, 2007 seçimlerinde AKP’den milletvekilliğine aday oluyor… Dokunulmazlığın güvencesi… Bir başka gazete, “Olay bürokrat meclis yolunda” diye yazıyor… Kulaklar kapalı… Duyan ve umursayan yok…
Ne yapmıştı Ömer DİNÇER? O dönemde yardımcı doçent olan Yahya FİDAN ile birlikte yazdığı iki kitap; “İşletme Yönetimine Giriş (1995)” ve “İşletme Yönetimi (1996)” intihal suçlamalarına konu olmuştur. 21 Ekim 2005 tarihinde YÖK tarafından “İşletme Yönetimi’ne Giriş” kitabında intihal yaptığı gerekçesiyle Ömer DİNÇER’e öğretim üyeliğinden çıkarılma cezası verilmiş, bu karara karşı Dinçer’in temyiz istemi ise Danıştay tarafından reddedilmiştir. Böylece intihalin gerçekleştiği mahkeme tarafından da onaylanmıştır. Öğretim üyeliğinden çıkarma kararı, beş yılın ardından 23 Aralık 2010 tarihinde YÖK Genel Kurulu tarafından kaldırılmıştır. Çünkü bu zaman aralığında YÖK’ün yapısı değişmişti… Prof. Dr. Erdoğan TEZİÇ’in görev süresinin dolmasıyla 11 Aralık 2007’de bu göreve getirilen Prof. Dr. Yusuf Ziya ÖZCAN’ın önemli işlerinden birisi, bu sözümoan iade-i itibar olmuştur… Danıştay’ın kararına karşın…
Sayın DİNÇER’in yükselişi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı biçiminde sürdü…
12 Temmuz 2011 günü TBMM çatısı altında kendisini savunmaya, aklamaya çalıştı… İntihal yapmadığını kanıtlamaya çalışıyordu…
Oysa Üniversite Konseyleri Derneği, intihali satır, satır ortaya koymuş, kanıtlamıştır… Belgeleri 13 Ekim 2011 tarihinde karşılaştırmalı olarak kamuoyuna açıklamıştır…
Gerçekler bu kadar kesin iken, eğitimin direksiyonunda rahatlıkla oturabiliyor sayın Bakan ve körpecik öğrencilere ahlak söylevleri çekiyor…
Televizyonlarda
izlerken içim daralıyor…
*****
Bir başka örnek de eğitim alanından…
Milliyet Gazetesi’nin 19 Nisan 2011 günlü haberinin başlığı şöyle: ÖSYM Başkanı da kopyacı çıktı… İddialara göre, Prof. Demir'in 1990'larda yaptığı akademik bir çalışma “çalıntı” çıktı. Ne mi yapmış? Yabancı bir bilim adamının “bilimsel çalışması”nı Türkçe’ye çevirmiş, Türkiye'de çıkan “Teknik ve Tekstil” adlı dergide, kendi adıyla yayımlamış. Bu “intihal”i daha önce bilmeyenler, 21 yıl sonra, TV 8 Haber kaynak gösterilerek verilen haberle öğrendiler… Bunun üzerine sayın Demir ne mi yaptı? Çalıntı çalışmayla ilgili “özür diledi.” Evet “kabul ediyorum, ama özür diliyorum…” Tamam mı yani, kapandı mı, bitti mi? Bu kadar mı?
Uyarılar sürdü… “İstifa İçin Kaç Skandal Gerekli?” diye soruldu. Ama aldıran olmadı…
Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği, Gül, Erdoğan ve Çubukçu’ya mektup yazarak, “Madem kendi istifa etmiyor, atayanlar onu görevden almalı” çağrısı yaptı… Duyan, kıpırdayan olmadı…
Basın şaşkın, “Böyle Koltuk Sevdası Görülmedi” diye yazdı TurkTime… Bu arada YGS’de şifreleme skandalıyla çakalanıyordu Türkiye… Ama O, Ne Eleştirileri Üstüne Aldı, Ne İstifa Aklında Oldu! ÖSYM'ye Demir Attı, Gitmiyor! dendi…
Halen demirli koltuğuna ve makamına…
ÖSYM’yi
o yönetiyor… Bilgi hırsızlığı yaptığını kabul eden birisi…
*****
İkisi de görevlerinin başında…
Toplumsal belleği zayıflatılmış, bu nedenle hemen unutan bir toplumda, rahat rahat yapıyorlar görevlerini… Vicdanları da rahattır herhalde?..
Ama benim kafama takılan şu: Herkesten çok ahlaktan söz eden, ahlak derslerine sarılan bu kişiler, bilgi hırsızlıklarının ortaya çıkmasından sonra, halen nasıl ahlak söylevleri çekebiliyorlar?…
Hem de eğitim ve öğretim kurumlarımızın en etkili ve yetkili makamlarında durarak, oraları terk etmeyerek…
Diğer ülke örnekleri, onlar için ne anlama geliyor acaba?
Sorgularken
ve düşünürken içim acıyor…
*****
Siyasi etik, ülkemizde çok gereksinmemiz olan toplumsal arınmanın öncelikli alanıdır. Arınmanın başlaması gereken nokta, siyaset kurumudur, diye düşünüyorum…
Yönetme savı olanların, toplumun önünde duranların, yaptıklarıyla, davrandıklarıyla, topluma, çocuklara, gençlere örnek olacak değerlerle davranmaları beklenmelidir… Bu tutarlılığı gösteremeyen, savrulan, ahlaklı olamayan, bu nedenle güvensizlik yaratanların, eğitim vb çok önemli alanlarda köklü dönüşümlerin bırakın önderi, girişimcisi bile olamamaları gerekir… Hep açıklamadıkları niyetlerinin gölgesinde kalır adımları…
Bu nedenle topluma güven vermeyenlerin, ahlaklılık simgesi olamayanların, bunu başaramayacakların o makamları işgal etmemeleri gerekir aslında… Edememeleri gerekir…
Ama oraya gelmişlerse de, toplumun hesap sorma, sorgulama bilincinde olması, kurumlarıyla, basınıyla, tarafsız yargısıyla, diğer ülke örneklerinde olduğu gibi, denetim görevini yerine getirmesi zorunludur…
(* Özellikle “ahlak” terimini kullandığımı, özellikle de “etik” terimini kullanmadığımı belirtmeliyim. Ahlak, toplumu düzenleyen kuralların içinde, yazılı olmayan, yaptırımı kişinin vicdanında ve toplum vicdanında olan kurallar demetidir… Bir anlamda ahlak felsefesi olarak tanımlanan etik ise, öncelikle felsefenin alanına giren ve son yıllarda daha çok meslek etikleri ve etik kodlar biçiminde karşımıza çıkar… Ahlak ile etik terimlerinin anlam farklılığına dikkat etmek gerekir.)
Yayın Tarihi: Nisan 2012