Yeni yıl, çelişik duygularla da olsa yaşanıyor… "Abartmayalım, sıradan bir akşam gibi yaşayalım," dense de, bir şeyler yapılıyor… Günlerce hazırlananlar, ona başka anlamlar yükleyenler oluyor… Ama illa ki bazı buluşmalar gerçekleşiyor…
Sonunda, saniyeler düzleminde bir geçiş yaşanıveriyor…
Yeni bir yıl, yeni bir gün…
Sabahının dünden farklı olmasını istediğimiz...
Dünya güneşin çevresinde dönmeseydi, yılbaşı diye bir şey olmayacaktı…
O zaman dünya, dünya olur muydu?
Ve bu dönmenin uygarlık tarihinin en önemli tartışmalarından birisine neden olduğu da gerçektir.
Bertolt BRECHT, “Galileo Galilei” adlı eserinde şunları söyletir ona: “Bence bilimin tek amacı insanoğlunun yükünü hafifletmek, acılarını dindirmek olmalıdır. Eğer bilim adamları bencil efendilerine boyun eğer, yalnızca bilmiş olmak için bilgi biriktirmekle yetinirlerse, bilim sakatlanır, yeni bulunan makineler de ancak insanlığın ezilmesine yeni yollar açmaya yarar. Belki zamanla bulunabilecek her şeyi bulursunuz. Ama bu yolda ilerledikçe insandan bir o kadar uzak düşmüş olursunuz. Aradaki uçurum zamanla öyle derinleşir ki bir gün bakarsınız, bilim adamlarını sevince boğan bir başarı, yeni bir buluş, öte yandan bütün dünyayı saran bir korku çığlığıyla karşılanır.”
“1609 yılında, Padova'da
Bilim alevi parladı küçük bir odada
Şunu söyledi Galileo Galilei
Güneş duruyor olduğu yerde
Dünya dönüyor çevresinde”
Hizmetçisinin oğlu Andrea’ya anlatmaktadır; “O da dünya işte. İki bin yıldır insanlar, güneşin ve bütün yıldızların dünyanın çevresinde döndüğüne inanmışlar. Papa, kardinaller, prensler, bilginler, kaptanlar, tüccarlar, balıkçılar, öğrenciler hep buna inanmışlar. Yıldızlar çevremizde dönüp duruyor, bizler de bu cam yuvarlaklar içinde kımıldamadan oturuyormuşuz…”
ANDREA: Sıkışıp kalmışız.
GALİLEO: Hah!
ANDREA: Kafeste gibi.
GALİLEO: Bana da öyle gelmişti bunu ilk gördüğümde. Ama şimdi çıkıyoruz bu delikten Andrea. Büyük bir hızla çıkıyoruz hem de. Geçti artık. Yeni bir çağ başlıyor. Yüz yıldır bir şeyler bekliyor gibiydi insanlık. "Böyle gelmiş ama, böyle gitmez" deniyor şimdi…
500 yıl önce söylenen bir söz… Bir delikten çıkışın başlaması… Yeni bir çağın başlaması…
2012 sıkıntılı geçecek deniyor… Ekonomik daralma yaşanacakmış… Büyüme küçülecekmiş… Dikkatli yaşamak gerekirmiş…
Ya 500 yıl önceki pencereden bakarsak… Mallar alanındaki küçülmeden daha tehlikelisinin, düşünsel alandaki küçülme olduğunu görürsek…
Düşünsel daralma neden yaşanır?
“Ya yitirirsem?.. Ya bunca yıllık emeğim boşuna giderse? Bu fırsatı ben bir daha ne zaman elde ederim? Ya yanlış anlaşılırsam? Tepki alırsam?” Bu soru işaretleri hızlandırırır düşünsel daralmayı…
Bir ya da birden çok düşünceniz vardır… Üzerinde yoğunlaştığınız, olgunlaştırdığınız. Kendinizce doğru olduğu kanısını pekiştirdiğiniz. Düşünceyi kafada taşıyıp durmaktansa, onu paylaşıma, tartışmaya açmak gerekir. Onu açıklama özgürlüğünü kullanmak ve en azından en yakın çevrenizden başlayarak, doğruluğunu sınamak istersiniz.
Zor bir eşiktir bu. Düşünce özgürlüğü, anayasalarda yazıldığı gibi değildir. Ya da söylendiği gibi hiç değildir.
Bir fikre sahip olma özgürlüğü ile, o fikri açıklama özgürlüğü bir elmanın yarısı gibi olsa da, elma hep yarım kalır. Ya da çoğunlukla…
İşte “Dünyanın güneşin çevresinde döndüğünü,” söyleyebilmek, merkezin dünya değil, güneş olduğunu görmek ve ifade etmek, 500 yıl önce büyük bir çıkıştı… Devrimci bir duruş idi… O nedenle tepkiler de, sonuçları kadar büyük oldu…
Böyle gelişti insanoğlunun kültürü… Bedel ödemeyi göze alanların devrimci çıkışları birikimlerin katlanmasını sağladı…
Düşünce özgürleştikçe, kendisini ketleyen zincirleri kırdıkça, bilim gelişti, bilimsel düşünce gelişti…
Bilimsel düşünce, ancak, görmeyen gözlerin kataraktını kaldırabilir… Duymayan kulakların pasını siler…
2012 bu açıdan da bir önemli eşik olacak…
Yeni bir savaşlar döneminin içinde buldu kendini, 2012… Ülkelere yeni bir sömürgecilik döneminin dayatıldığı koşullarda… Yoksulluğun katmerlendiği, güney-kuzey çelişkisinin derinleştiği koşullarda 2012’ye giriyor dünya… Dünya nimetlerinin eşitsiz paylaşılmasının yanı sıra, gözleri daha fazla kar etmekten başka bir şey görmeyen parababalarının neden olduğu kürsel ısınmanın tehdidini de, bunda hiç kusuru olmayan insanlık ailesinin fertlerinin yaşadığı koşullarda…
Ülkemizde mi?
Suskun üniversitelerin sayısının arttığı, TÜBA’ya tahammül gösteremeyen bir erk anlayışının kökleştiği, düşünsel yorgunluktan daha fazla kolsal yorgunluğun yaşandığı bir parlamentonun yasamaya yön verdiği, bir istemini dile getirmek isteyen gençlerin kafasına basan güvenlikçilere teslim edilmiş üniversiteleri bulunan, 5 milyon yıldır var olan deprem gerçeğiyle barışamamış bir toplumu olan bu güzelim topraklarda yeni yılların yeni sabahlarına da güneş göz kırpacaktır elbet…
Dünya dönüşlerini sürdürüyor, sürdürecek… Geçmesini istemediğimiz saniyeler de, bir an önce bitmesini istediğimiz saatler de aynı doğallıkta geçip gidecek… Dünya, kimsenin sıkıntısına ya da mutluluğuna göre ayarlamayacak hızını… Adaletini ve eşitliğini sürdürecek hep…
Yaşadıkça, yeni yılların daha birçok sabahına uyanacağız…
Galileo’nun dediği gibi, “Böyle gelmiş ama, böyle gitmeyen” sabahlar olmasını diliyorum her birinin…