Seçimlik
Üyelik Girişi

Cumhuriyetimizin Geleceği

TARİHİ GÜNLER YAŞIYORUZ…

Farklı pencerelerden yaşadıklarımıza bakan birçok kişi aynı şeyi söylüyor: Tarihi günler yaşıyoruz… Erktekiler, devletin tepesindekiler, köşe yazarları, sivil toplum önderleri, bilim insanları, yurttaşlar… Yani çok geniş bir yelpaze bu saptamada buluşuyor. Ben de kendi penceremden sürece baktığımda aynı şeyi düşünüyorum. Bana göre de her gün tarih yazılıyor. Ama bazılarına göre ülkenin demokratikleşmesi için yapılan müdahaleler, benim penceremden öyle görünmüyor…

Üretim için yatırım yapılmayan, bunalımın üstü örtülen, gerçekte işsizliğin % 20’ler dolayında olduğu, iç-dış borç + faiz yükünün 700 milyar dolarlara yaklaştığı bu güzelim ülkede, bu temel sorunlardan insanları uzaklaştırmak için tüm yollar deneniyor. Televizyon ekranları daha da renklendiriliyor, cümbüşlerin sayıları artırılıyor, futbola el atılıp eski defterler karıştırılıyor, demokrasi görüntüsü arkasında orduya müdahale ediliyor... İnsanlar dizi filmler arasında soluk almadan zap yapmaya yöneltiliyor. Gençlik, içinden çıkılmayan bir döngünün sarmalında debeleniyor. Ülkemiz insanlarını bir arada tutan çimento yakılıyor. Güçler ayrılığı tek güce dönüştürülüyor… Dönüştü bile…

    

Bunlar yaşanırken, bir yandan da ülkenin tarihine müdahale ediliyor. Mecrasıyla oynanıyor. Bütün iş makineleri çalışıyor ve yatak değiştiriliyor. Değiştirilmeye çalışılıyor. 2011 yılının tarih notları, sıkışınca gündemi belirleyecek malzeme üretmenin ne olduğunu, bu malzemeye günlerce takılmanın ne olduğunu, yalnızca görüngülerle uğraşmanın bir ülkeye neleri yitirteceğini kaydetmiştir. Tarihin işi bu; bütün bu yaşananları kaydetmek…

Tarihi kişilerin yaptığı öğretilir, söylenir, savlanır bazılarınca… Ama tarihi yapan bu kişileri seçen, onu bir yere oturtan kişilerin ya özgür ya da oluşturulan niyetleridir. Bu noktadan yaklaşılırsa, Neron, Spartaküs, İskender, Napolyon, Churcill, Atatürk, Hitler, Roosevelt, Lenin bazılarına göre iyi bazılarına göre kötü işler yapmışlardır. Bu metafizik tarih yaklaşımıyla bakarsak nereye koyacağız ülkemizdeki bugünkü erki? İyiler arasına mı kötüler arasına mı? Bazıları övgü düzüyor yapılanlara. Cumhuriyet Devrimiyle hesaplaşmaya dönük her adımı alkışlayanlar var. Bazıları bir zamanlar utangaç biçimde yaptıklarını, artık açıktan yapıyor ve daha fazlasını istiyor…

 Ülkemizde bugünkü tarihi yaptıklarını söyleyenlerin tersine, tarihi gördüğümüz kişiler değil de, görünmeyenler yapıyorsa? Senaryo onlar tarafından yazılmış, sahne onlar tarafından dekore edilmişse? Bu da tartışılıyor, belgeler ortaya konuyor. Yaşanan olaylarla ilgili olarak başta “büyük abi”nin olmak üzere, Çanakkale Savaşları’nın, Kurtuluş Savaşı’nın acısını bugün bile içlerinde taşıyanların belgeleri çıkıyor ortaya. Biliyoruz ki, bu belgeler özellikle son 60 yıldır çok üretildi. Ülkemizin “oltadaki balık” gibi görüldüğünü (Emin Değer, Oltadaki Balık Türkiye*) belgelerden öğrenmedik mi? Adı ülkemizde bugün yaşananlar gibi konulmasa da, günümüz Türkçesine çevrildiğinde, bu belgelerden emperyalizmin bugünkü olayları erekledikleri anlaşılmıyor mu? Bu söylenince oyuncular feryat ediyorlar… Başta başrol verilmiş olanlar olmak üzere…

Tarihi günler yaşıyoruz… Kuşkusuz bir yandan “kozmik oda”da yapılan aramalar da tarihtir, ama Tekel işçilerinin direnişi de… Ergenekon davası da tarihtir, Kürt açılımı da… Orduya müdahale de tarihidir, sözüm ona arınma adına şike soruşturmaları da… Fetullah Gülen’in söyledikleri de tarihtir, yargının-üniversitenin uğradığı saldırılar da… Cumhurbaşkanı’nın seçilmesi, onun YÖK Başkanı’nı ataması da tarihtir; YÖK’ün uygulamaları da… O Başkan ÖSYM Başkanı’nı atar; o da skandal üstüne skandal yaratır, ama makamı bırakmamakta direnir… Bu da tarihtir… Sevr de, Mondros da tarihtir; ama Kurtuluş Savaşı da, Mudanya da, Lozan da…

Tarih bilimi açısından bunların hepsinin bir anlamı, değeri vardır. Çünkü tarih, olayları “iyi olaylar”, “kötü olaylar” diye kendine göre sınıflandırmaz. Olay, olaydır. Ancak tarih biliminin tüm bu olayları bütün boyutlarıyla irdelemesi gerekir. Sonuçları, nedenler penceresinden sorgulaması gerekir. Fakat yorum yapmak onun işi değildir. Yorumu, tarihin ürünlerinden yararlananlar yapar. İşte o yorumu yapanların niyetlerine göre olaylar, “iyi”, “kötü” vb biçiminde sınıflandırılır.

Geçmişe ve yaşananlara bir ülkenin, bir ulusun geleceği diye bakarsak, o zaman bu yaşanan olayları, tarih denilen gelişmeleri ayrıştırmak, gruplandırmak gerekir. Tarihe bakmak, bir bakış açısını gerektirir. Bir yöntemi gerektirir. Bakış açısı, yöntem dediğiniz de, felsefedir, siyasettir… Yeğlediğiniz felsefeye, uyguladığınız yönteme, inandığınız siyasi değerlere göre, tarihe bakıldığında, “nötr” olaylar farklılaşır, anlam kazanmaya başlarlar. O zaman her yaşananı aynı kefeye koyamazsınız. Onların hangi amaçlarla, hangi niyetlerle, kimin yararına, yapıldığına, kimin için sonuçlara dönüştüğüne bakarsınız. Bunlara göre tarihi bir kez daha yorumlarsınız ve taşları yerine oturtursunuz…

Bu yapıldığında, ülkemizde bazılarının statüko dediği, ama bazılarının bu ülkenin mayası-çimentosu dediği değerlerle oynandığı görülecektir, görülmelidir. Bağımsızlık, egemenlik, çağdaşlık, laiklik, öğretim birliği, ilericilik, devletçilik yara almış kavramlar durumundadır… Saldırı altındadırlar… Erdal Atabek öğretmenin ısrarla vurguladığı “tehlikeli cehalet” yönetimi belirlemekte; yönetim, tehlikeli cehaleti derinleştirmektedir… Olanlar akılların, gözlerin, kulakların önünde gerçekleşmektedir. Bu sürecin uzaması tehlikelidir, yaraların tedavi edilmesini güçleştirebilir, ya da tedavi sürecini uzatabilir.

Ülke, yönetilemez bir ülke durumuna düşürülmeye çalışılmaktadır. Çünkü hangi düzlemde olursa olsun, “yönetilemezlik”, bazılarının besin kaynağıdır. Bu yönetilemezlik ortamında ilerici ve ilerlemeci biçimde tarih yazması, tarih yapması gerekenlerin sahne alamadıklarını görüyoruz. Önemli bir tarihsel eşikteyiz. Daha fazla örgütlü çabanın, birbirini daha fazla anlama çabasının, daha fazla yan yana gelme istekliliğinin eşiğindeyiz. Bu eşikte meleklerin cinsiyetini tartışarak günleri tüketemeyiz. Kuru yakınmalarla tarih yazılamaz. Tarih yazmak, cesareti; tarih yazmak, yürekliliği; tarih yazmak, inancı; tarih yazmak, sorumluluğu; tarih yazmak, yurtseverliği; tarih yazmak, toplumsallığı; tarih yazmak ben’i aşmayı; tarih yazmak işbirliğini-güçbirliğini gerektirmektedir.

Birilerinin yazmaya çalıştığı tarih yerine, bu ülkenin gerçek tarihini yazmanın zamanıdır. Kör uykulardan uyanmanın, öznellikleri aşmanın zamanıdır. Görmenin, duymanın zamanıdır. Hareket etmenin zamanıdır.

(* M. Emin Değer’in kitabının 171. Sayfasından… 1956 yılında Nelson A. Rockefeller, ABD’nin o günkü Başkanı Eisenhower’a bir mektup yazar. Mektubunun bir yerinde şu değerlendirme vardır: … Birinci grup ülkeler, bizimle dost olan ve bize uzun süreli sağlam askeri paktlarla bağlanmış anti-komünist hükümetlerin iktidarda olduğu ülkelerdir. Bu ülkeler yapılacak yardımlar ve açılacak krediler öncelikle askeri nitelikte olmalıdır. Oltaya yakalanmış balığın yeme gereksinmesi yoktur. Bu noktada Dışişleri Bakanlığı ile aynı fikirdeyim; genişletilmiş iktisadi yardım –örneğin Türkiye’ye- bazı durumlarda düşünülenin tersine sonuç verebilir. Yani bağımsızlık eğilimini artırıp, var olan askeri paktları zayıflatabilir. Bu tip ülkeler –Türkiye gibi- doğrudan doğruya iktisadi yardım da yapılabilir, ama bu, bize düşman muhalifleri zararsız bırakacak biçimde ve miktarda olmalıdır.)


Yorumlar - Yorum Yaz