Seçimlik
Üyelik Girişi

Bir Koruma Örneği: Die Fuggerei

BİR KORUMA ÖRNEĞİ: DIE FUGGEREI

Prof. Dr. Erol KÖKTÜRK
(Harita Y. Mühendisi)

“Koruma” konusunda bu yazıyı da yazıp, 2025 yılında başka konulara geçeceğim.

Hemen söyleyeyim, 2010 yılından bu yana bu yazıyı yazmak istiyordum. 14 yıldır hep aklımdaydı.

“Romantische Strasse (Romantik Yol)” olarak adlandırılan bir geçki boyunca gezimize, Neuschwanstein’dan, Bavyera Kralı II. Ludwig’in sarayından başladık. Kral, Münih'te karşı karşıya kaldığı kısıtlamalardan kaçmak amacıyla 2 saray yaptırmış; Chimsee’de ve Neuschwanstein’da… Chimsee Sarayı’nı, gölün içindeki Herreninsel Adası'nda ve Versailles Sarayı’na özenerek yaptırmış. Ama Neuschwanstein Sarayı bir “şato” aslında. Kral bu şatoyu, bir inziva yeri olarak ve aynı zamanda büyük hayranlık duyduğu besteci Richard WAGNER'in onuruna yaptırmış. Yapımına 1869 yılında başlamış. Ama hiçbir zaman tamamlanamamış…

Kadanaların çektiği faytonlara binmeyip, bu şatoya nefes nefese tırmandıktan, mekânlarını gezdikten, bazı noktalarından aşağıya kayalara bakıp ürktükten, Wagner’in odasında onun tınılarını dinledikten ve bahçesinden Bavyera manzarasıyla dinlendikten sonra, Almanya’nın güney batısından, kuzeye doğru yola koyulduk.

2 Temmuz 2010 günü Augsburg’da mola verdik, Bertolt BRECHT’in doğduğu kentte.

Şiire bu denli erken başlayan şairlerin iç dünyalarına girebilmek için çocukluk ve ilk gençlik yıllarına gitmek kaçınılmaz oluyor. Brecht'in doğduğu kent olan Augsburg, doğa güzellikleriyle dolu güney Almanya'da yer almasının yanında, daha 19. yüzyılda önemli bir sanayi kenti olmuştu. …

Brecht'in dilinde sokak şarkıcılarının etkileri de hemen ayrımsanır. Soytarıların panayırlarda söyledikleri melodram şarkıları, halk oyunlarındaki kantolar, o yıllarda edebiyat dilinden tümüyle dışlanmışken, Brecht, onlardaki saf, buna karşın sözünü esirgemez özelliği yakalayarak şiirine kattı. Gençliğini geçirdiği Augsburg sokaklarında, yüreğini sevinçle dolduran duyguları ve renkleri bulduğunda, şiir dilinin yenileştirilmesi için de bir kaynak bulmuş oldu.”[1]

bizden sonra doğanlara
III
Sizler, bizi boğan bu tufandan doğacak olanlar
Güçsüzlüğümüzden söz ederken
Kurtulduğunuz bu karanlık çağı da unutmayın sakın

Yürüdük, pabuçtan daha sık ülke değiştirerek
Geçtik sınıf kavgalarının içinden
Boydan boya haksızlık
Yok karşı koyan

Biliyorduk üstelik,
Alçaklığa karşı da olsa nefret, gerer insanın yüzünü
Haksızlığa karşı da olsa öfke, boğuklaştırır sesi
Biz ki dostluğun temelini atmaya kalkmıştık
Kendimiz dost olamadık, ne çare

Ama sizler, vardığınızda artık insanın insana yardımcı olduğu yere
Bizi de anımsayın,
Hoşgörüyle…

(Dostlar Tiyatrosu, Genco Erkal’ın Okuduğu Biçimiyle)


Bu kent de ilginç bir kentti. Örneğin Augsburg Din Barışı ve Hoşgörü Bildirgesi, Katolik Kilisesi tarafından aforoz edilen keşiş Martin LUTHER ekolünü benimseyenler ile Katolikler arasında 25 Eylül 1555 tarihinde imzalanan barış antlaşmasıdır. Katolik ve Protestan figürler bu kentte bir araya gelerek barışçıl ortam yaratmayı hedeflemişlerdi.

Augsburg’daki Katolik Heilig-Kreuz Kilisesi ile Evangelist Heilig-Kreuz Kilisesi, yan yanadırlar ve dünyada bunun başka örneği yoktur.

Bu kentte bizi etkileyen önemli ziyaretlerden birisi belediye binasınaydı. Bir saray havasında olan belediye binasının bir salonunda birçok insan vardı. Merak ettik, biz de girdik. Duvarlara imar planları asılmıştı. Planların yanında mıknatıslı renkli raptiyeler vardı. İnsanlar planları inceledikten sonra, kabul ediyorlarsa “beyaz”, reddediyorlarsa “kırmızı” raptiyelerden bir tane alıp, panonun ilgili yerine yapıştırıyorlardı.

Bir “katılımcılık” örneği… Ben, insanların raptiyeleri panoya yapıştırmalarını şaşkınlıkla izlemiştim.

Sonra, belediye binasının bulunduğu kentin ana meydanına çok yakın bir yere gittik: Fuggerei’a…

 Augsburg’lu zengin bir tüccar olan Jakob FUGGER, Fuggerei'yı 1521'de Augsburg'un yoksul vatandaşları için bir “toplu konut alanı” olarak kurdu. Bir dairenin yıllık (çıplak) kirası hâlâ bir Ren Guldeni’nin nominal değeri (şu anda 0,88 euro) kadar. Bu alanda günde üç kez, Kurucu Jakob FUGGER ve Fugger Ailesi için dua ediliyor.

Şu anda 67 evin 140 dairesinde 150 kişi yaşıyor. Fuggerei'nin en tanınmış sakini, besteci Wolfgang Amadeus MOZART'ın büyük büyükbabası olan usta duvarcı Franz MOZART'tı.

Fuggerei artık dünyadaki en eski sosyal yerleşim yeridir. Benzersiz olan, Fuggerei'nin yalnızca yaşı değil, aynı zamanda sürekliliğidir. Bu sosyal yerleşim, hâlâ yalnızca vakıf tarafından finanse edilmektedir. Ve bugüne kadar onların anlayışları örnek oluşturmaktadır. Fuggerei hâlâ yalnızca mimari bir model değil. Neredeyse 500 yıl önce çığır açan şey şudur: Jakob FUGGER, bölge sakinlerini sadaka alıcılarına dönüştürmek yerine, onlara kendi kendilerine yardım etmelerine yardımcı olmuştu. Bu yaklaşım, kurucu ve reformcu Martin LUTHER'in ve daha sonraki Katolik sosyal reformcuların taleplerinin çok ilerisindeydi.

Sekiz sokak ve yedi kapıdan oluşan bir topluluk olan Fuggerei, kendi kilisesi, "şehir surları" ve "şehir kapıları" ile üç kapının üzerindeki yazıt plakaları ve taş zambak armaları, çeşmesi, müzesi ile "kent içinde bir kent"dir.


(Fuggerei 1933)




(Fuggerei 2010)

Tertemiz yollar… Bakımlı yeşil alanlar… Sarmaşıklara bezenmiş evler… Pencerelerinden bizleri mutlu yüzleriyle izleyen, yollarda bizlere içtenlikle “Merhaba” diyen yaşlılar… Burada yaşayanlara saygı gösterildiği belli olan, özenle bakıldığı ve korunduğu hemen gözlemlenen 500 yıllık bir kent dokusu…

Bir mekânsal dokunun 500 yıldan bu yana korunması…

Mekânın belleğinin korunması…

Kimsenin aklına bu eskimiş yapıları yıkıp, yeni yapılar yapmanın gelmeyişi… Gelemeyişi…

Bu örnek bağlamında bakıldığında, ülkemiz mekânlarının bellekleri yok edilmiş mekânlar olduğu görülür…

Kültür varlıklarımızın bir kısmı korunabilmiş.

Bazı doğa varlıklarımız da korunabilmiş.

Ama yine de, örneğin İstanbul’un kentleşmesinin bellek izlerinin çoğu yazılarda, makalelerde kalmış…

Bir “toplu konut alanı”nı korumak…

Bunu düşününce, örneğin Ankara’da Saraçoğlu Mahallesi geliyor aklıma hemen… 1940'lı yıllarda, Türkiye'nin başkenti Ankara'da yaşanan konut sıkıntısına çözüm bulmak amacıyla yaşama geçirilmiş olan bir “toplu konut projesi”dir. Yapımına dönemin başbakanı Şükrü SARAÇOĞLU'nun hükûmeti sırasında başlandığı için projenin inşa edildiği bölge yıllar içerisinde bu adla anılır olmuştur. Bu kent belleği, üstelik adına “kentsel dönüşüm” denilerek yok edildi…

Örneğin, Sulukule… Bu ilginç alan, Bizans dönemine dayanan bir yerleşim alanı boyutunu aşan bir kültür alanı, adına “kentsel yenileme” denilen bir yaklaşımla yok edildi… Bizans İmparatoru II. Theodosius tarafından İS 6. yüzyılın başında yaptırılan surların bu bölgesine yerleşimler 10. yüzyıla dayanmaktadır. Bizans döneminde Hindistan'dan geldiği savlanan Romanlar, Ortodoks Kilisesi tarafından falcılık ve sihirbazlık gibi faaliyetlerle suçlanınca kara surlarının dışında yaşamaya zorlanırlar. İstanbul’un 1453 yılında fethiyle birlikte, mahallenin (söylentilere göre) Türkiye'de yerleşik Roman halkı tarafından kalıcı olarak yerleşilen dünyadaki ilk mahalle olduğu belirtilmektedir.

İşte bu Sulukule yok artık… İçim bugün de acıyor...

İstanbul’un ilk gecekondularının olduğu Zeytinburnu’nda 5 kattan aşağı yapı yok bugün… Kıyı tarafında ise 16+9’lar, oteller, rezidanslar…

Diyarbakır’ın Sur’u yok artık… “Terör” denildikten sonra “kentsel dönüşüm” denilerek eski Sur’u da yok ettiler… Bu yok ediş sırasında neler neler yok edilmedi: 42’si “korunmaya değer geleneksel yapı” statüsünde olmak üzere toplamda 976 yapı yıkıldı.

Hayır, hayır! Uzatmayacağım… Çünkü uzatırsam sayfalar yetmez…

Vurgulamak istediğim, mekânlarımızın belleklerinin yok edilmesi, gözlerimizin önünde oldu.

Size garip gelecek, ama bir şey daha söylemek isterim… Şimdi Armutlu, Tokatköy, Boğaziçi alanındaki diğer imara aykırı yerleşmeler vd. var ya… Asla savunmadığım imar aykırı yerleşmeler… Benim elimde yetki olsa örneğin, 4 katlı olmayan, klasik gecekondu yerleşmelerinin olduğu bir imar adasını koruma altına alırdım. %65’i 1950’lerden sonra böyle yapılaşan alanların çoğunu, 2981 sayılı İmar Affı Yasası’yla affedip, 4+ katlı alanlara dönüştürdük ya… Dönüşmemiş bir alanı “kent belleği” anlamında korurdum örneğin…

Gecekonduları kuşkusuz Die Fuggerei’la karşılaştırmıyorum. Die Fuggerei’la karşılaştıracağım alanlar Saraçoğlu Mahallesi’dir, Sur'dur, Sulukule'dir..

Ama gecekondu da bizim kentleşmemizin bir fenomenidir…

Şunları söylemek isterim, uzatmadan:

Her eskiyeni yıkmak hastalığından kurtulmak gerekiyor.

Bazı eskileri korumak gerekiyor.

Her eskiyeni değersizleştirmemek gerekiyor.

Değerli olanlarını bellek müzemizde sergilemek gerekiyor.

“Dün-Bugün-Yarın Köprüsü”nün “Dün”ünü yıktığınız zaman ne bugünü anlayabilirsiniz ne de yarını sağlıklı kurabilirsiniz.

O nedenle “yeni” bir şey yaratacağım diye, her keresinde “başka bir şey “yaratmanın anlamı da alemi de yoktur.

Olmamalıdır.

O nedenle bazı varlıkları yıkarken bin kere düşünmek gerekir.


[1] Turgay FİŞEKÇİ, BERTOLT BRECHT- Bütün Şiirlerinden Seçmeler, Kavram Yayınları, Birinci Basım, Ekim 1995

[Not: Bazı tarihi bilgiler için wikipedia’dan yararlanılmıştır.]

(Yayınlanma Tarihi: 22.12.2024)